Andrei Tarkovsky - Kurban/Offret (1986) |
Bu ve benzeri soruları Andrei Tarkovsky
İsveç’de çekilen son filmi Kurban’da
(Offret, 1986) Alexander isimli
karakteri üzerinden sorgular. Alexander, İsveç’in şehir yaşamından uzakda bir
adada bulunan müstakil evinde yaşamını sürdürmektedir. Geçmişinde tiyatroda
elde ettiği başarıları yüzünden entelektüel çevrelerce oldukça beğenilen
Alexander bugünlerde üniversitede estetik dersleri vermekte ve tam olarak
anlaşılmayan bir sebepten Küçük Adam olarak adlandırdığı oğluyla vakit
geçirmektedir. Film, bu ikilinin kurumuş bir Japon ağacını tekrar canlandırmak
amacıyla dikmeleriyle başlar. Bir süre sonra adanın eksantrik postacısı ve
Alexander’ın arkadaşı Otto bisikletiyle gelir ve Alexander’ın doğum gününü
kutlar. Sonrasında Alexander ve Otto arasındaki konuşmalardan iki karakter
hakkında daha geniş bir bilgiye sahip oluruz. Otto ve Alexander arasında geçen
konuşmada Alexander’in tanrıyla hiçbir ilişkisi olmadığı ve doğum gününü kutlamak
amacıyla karısı Adelaide ve aile doktoru Victor’un kendisini ziyarete geleceği
anlaşılır.
Ancak, önceki filmerinde olduğu gibi
Tarkovsky Kurban’da da seyirciye alışık
olduğumuz türden bir olay örgüsü sunmaz. Gerçeklik ve hayal arasında gidip
gelen görüntülere ek olarak filmde ölü zamanların, uzun ve neredeyse anlamsız
konuşmaların hakimiyeti söz konusudur. Filmin devamında anlaşılacağı üzere dünya
nükleer bir felaket ile karşı karşıyadır; televizyondan gelen habere göre nükleer
başlıklar kontroldan çıkmış ve çok yakın bir zamanda dünya üzerindeki yaşamı
sona erdirecektir.
Kısa süren bir kargaşa sonrasında
Alexander hayatında ilk kez tanrıya yalvarmaya karar verir. Tanrının bu
felaketi önlemesi durumunda Küçük Adam dahil sahip oldugu herşeyden vazgeçeceğini,
konuşmayı bırakacağını ve evini yakacağını söyler. Kısacası Alexander, arkadaşları,
sevdikleri ve dünyanın geri kalanı için bireyselliğinden vazgeçer, kendini ve
onca senedir kurduğu hayatı bir kurban olarak tanrıya sunar. Otto’ya göre ise
nükleer felaketi önlemenin başka bir yolu daha vardır: Otto Alexander’a cadı
olarak adlandırdığı evin hizmetçisi Maria’yı görmesini ve onunla yatması
gerektiğini söyler. Bunun üzerine Alexander Maria’yı ziyaret eder ve
yatmamaları karşısında Maria’yı intihar etmekle tehdit eder. Hayal ile gerçek
arasında gidip gelen görüntüler sonucunda Alexander sonraki sabah yatağından
uyanır ve felaketin ortadan kalktığını farkeder. Adelaide ve Victor’u evden
uzaklaştırdıktan sonra da tanrıya söz verdiği gibi evini yakar, hezeyan içinde
yangını izlerken konuşmaz, oradan oraya deli gibi savrulur ve en nihayetinde
bir ambulans tarafından olay mahalinden uzaklaştırılır.
Konusu itibariyle Kurban, insanın bir birey olarak merkezi bir yerde olabileceği ve
kendini kurban ederek kendisi dışında gelişebilecek olaylara bir etki
yaratabileceği görüşünü savunuyor. Bu görüş kimselere göre oldukça ruhani gibi
görünse de, bir o kadar da abartılı bir şekilde gülünç, anlamsız ve gerçek dışı bir durum sergiliyor. Ancak
Tarkovsky’nin derdi tam olarak burada yatmıyor; daha doğrusu, filmde gelişen
olayları gerçekçi ve doğrudan bir şekilde algılamaktansa filmin hikayesinin
ötesinde var olan soyut bir düşünsel yapısından bahsetmek gerekiyor.
Böyle bir okumayı gerektiren sebeplerin başında
Tarkovsky’nin filmde gelişen olayları tamamiyle belirsiz bir şekilde aktarması
bulunuyor. Gerçekten nükleer bir felaket yaşandı mı? Bunun ardından Alexander
gerçekten tanrıya yalvardı mı? Alexander gerçekten de Maria’yı ziyaret etti mi?
Bu tip sorulara filmin açık bir cevabı bulunmuyor. Felaket haberinin
sonralarında karakterlerin bolca alkol ve sakinleştirici tükettiklerini de
düşünürsek, arada yaşananların hayal ürününden öte birşey olmadığı kanaatini rahatlıkla
getirebiliriz. Üstelik, film boyunca Tarkovsky üç farklı renk kuşağıyla
sahnelerini açıkça bölüyor. Renkli ve siyah-beyaz görüntülere ek olarak, arada
Alexander’ın tek başına ortalıkta dolaştığı (buna Maria’yı ziyaret etmesi de
dahil) renklerin gerçek dışı bir şekilde doymuş olarak aktarıldığı sahneler de
mevcut – dolayısıyla bu sahnelerin geleneksel olarak ‘hayali’ olduğu düşüncesi
öne çıkıyor.
Yine de filmin büyük bölümünün hayal
ürünü olduğu, olayların Alexander’ın zihninde gerçekleştiği fikri bana göre
filmi oldukça banal bir hale sokuyor. Tarkovsky hayal ve gerçek arasında gidip
gelen anlatımını herşeyin bir rüya olduğu düşüncesini göstermekten öte, bunun
bir izleme ve deneyim süreci olduğunu anımsatıyor kanımca. Ayrıca Tarkovsky’nin
derdini daha sembolik yollarla anlatmaya çalışan bir sanatçı olduğu da hayliyle
biliniyor. Bu açıdan da filmin bana göre iki farklı anlamı öne çıkıyor.
Birincisi filmin Tarkovsky’nin o anki hayatıyla olan otobiyografik bağlantısı.
Uzun yıllar boyunca Sovyet Rusya’da sansürle debelenmiş, devletin resmi görüşlerine
olabildiğince karşı çıkan Tarkovsky önceki filmi Nostalghia’yı (1983) çekerken Batı Avrupa’ya yerleşmeyi düşünüyor,
ama ailesi ve çocukları için ülkesine geri dönmeye karar veriyor. Ancak,
Rusya’yi bir sonraki terk edişinde sürgün yaşamını tercih ediyor ve Kurban projesine yoğunluk veriyor. Bu
açıdan kurban teması, kendisinin terk ettiği bağlardan ve tamamiyle sanatına
yönelmesi açısından önemli ve açıklayıcı bir unsur.
İkinci mesele ise Tarkovsky’nin genel
olarak dünya görüşü ve Batı kültürüne karşı tutumuyla ilgili. Zamanın diğer Rus
sanatçıları gibi Tarkovsky Sovyet Rusya’yı eleştirdiği kadar, farklı bir açıdan
da olsa Batı kültürünü de eleştiriyor. Batı’nın para, güç ve maddi mülk
saplantısının insanı kendi varoluşundan uzaklaştırdığını, buna karşılık insanın
daha manevi konulara önem vermesi gerektiğini düşünüyor. Kısacası Batı
kültürünü materyalist bir düzen olarak algılerken, insanlığın daha manevi veya
ruhani bir yaşamı tercih etmesini istiyor. Böylece Alexander’ın maddi
varlıklarından ve ilişkilerinden vazgeçmesi çok farklı bir boyut kazanıyor.
Film çerçevesinde maddi hayatı geride bırakmanın bir felaketi ve yaşamın sonunu
önleyebileceğini düşünürsek, ‘ruhani kurtuluşun’ ancak böyle bir hareket
sonucunda – sahip olduğumuz şeylerden vazgeçerek – gerçekleşebileceği düşüncesi yer alıyor. Filmde yer alan bir
diyalog da bütün bu meseleyi özetler nitelikte. Alexander, Otto’nun hediye
ettiği Avrupa haritası karşısında ‘ne güzel, ne iyi ettin’ gibi sözler
sergileyerek hediyenin gereksiz büyüklüğünün altını çiziyor ve Otto’nun böyle
bir işe kalkışmasına gerek olmadığını söylüyor. Otto’nun cevabı ise oldukça
anlamlı: “Every gift involves a sacrifice. If not, what kind of gift would it
be?”
~ Emre Çağlayan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder