30 Nisan 2013 Salı

Napoli'de Sıçanlı Sergüzeştler: İsa ve Özgürlük

I

Bir Türk Cumhuriyetçisi'nin Napoli'ye düzenleyeceği seyahat korkunç kramplara neden olabilir – Tarihsellik bilincini tarih fetişizmi lehine ibra etmiş her bakış açısı Napoli'de korkunç karabasanlarca tasallut edilecektir. Purgatorio ad Arco önünde ezilmiş bir sıçan ile bir İtalyan'ın karşılaşması sıradan bir olay olarak cereyan edebilir; ancak Anıtkabir'in hemen önünde sakat bir eşek yavrusu ile karşılaşmak bir Türk turistin gözünde hangi paranoyak fikirlere ve suçluluk havalelerine neden olacaktır? Bu sorunun cevabını günlük gazetelerimizde arayabiliriz. İtiraf etmeliyim ki doksanlı yıllarda inkişaf eden Türk eğitim sisteminin hijyen takıntılı tarih anlayışını yutmak zorunda kalmış olan ben, mevz-u bahis mevta sıçanı görmemle iliklerime dek sarsıldım (lakin ne mutlu ki istifra etmedim). Yumruğumu sıktım; veryansın ettim ve kendimi mis gibi zeytinyağ kokularıyla, domatesin ve peynirin cömertçe serpiştirildiği muhteşem pizzaların sıcak çıtırtısıyla teselli ettim.

Belki bu müthiş lezzet ile fırlayan kan şekerimden olacak ölü sıçanla Via Tribunali üzerinde karşılaşmış olmak sapkın bir zevk alır verir hâle dönüştü. Birçok kez kaybolup, kendimle günlük debdebelerin vuku bulduğu kaldırımsız dar sokaklarda karşılaştığımda, Neapolitanların kendi tarihleriyle olan ilişkilerinin umursamazlıktan ziyade hâlâ kendilerini evlerinde hissetmelerinden, tarihin içinde yaşıyor olmalarından kaynaklandığı sezinledim. Bu garip dünyada sokağın bir yanında deterjan kokulu bembeyaz donlar parıldarken, hemen karşı tarafında kilise seslerine eşlik eden kapkara bir köpek huzursuzlaşıp hırlamakta; tüm bunlar küçük sunakların önünde sıraya girip diz çökmüş yaşlı kadınların mırıltılı dualarının esareti altında olmaktaydı. Goethe'nin de vurguladığı gibi; Napoli'nin biricikliği varoluşun tüm karmaşıklığının huzurla sezinlenmesinden, ölüm fikriyle koşullanan bu şehr-i Araf'ın aynı zamanda hayata methiyeyi eksik etmemesinden kaynaklanmaktaydı – Napoli'yi görün ve ölün! - Vedi Napoli e poi muori!

II

Seyahatimin son gününde şehrin nispeten uzak bir bölgesinde bulunan Museo Capodimento'yu ziyaret ettim. Bu müze bir mesire alanının hemen ortasında, kültür ile bedeni barıştırmayı her daim şiar edinmiş Greko-Roman zihniyetin gıyabında gururla güneşleniyordu. Bu yazıda huzurunuza işte bu müzeyi gezerken karşılaştığım bir eseri getirmek istiyorum.

La Resurrezione di Cristo adlı bu eser İsa'nın Roma'nın boyunduruğu altındaki Yahudiyeliler tarafından yargılanışından ve çarmıha gerilişinden üç gün sonra gerçekleşen dirilişini ve semaya yükselişini resmeder. Ölüm ve hastalığı muhteva eden bu toprak/duman bulutunun içinden sıyrılan İsa, kendisini çevreleyen ilahi ışıkla aşağılandığı ve hor görüldüğü dünyayı terk etmektedir. Ayaklarının dibinde bu mucizeye müteakip pişmanlıklar, bağışlanmayı dileyen askerler ve kendinden geçmiş inananlar sıra sıra dizilmişlerdir – hepsi bir arada izlerler İsa'nın semaya yükselişini.

Sisto Badalocchio - La Resurrezione di Cristo (1620 ca. - Museo Capodimento)

 
Ancak bu resmin bana bu denli tesir etmesi Sisto Badalocchio'nun ustaca temsilinden ziyade sezinlediğim bir benzerlikten dolayı idi. Önce sadece biçimsel olduğuna kanaat getirdiğim bu yakınlaşma, yavaş yavaş, belki zamanın her anına sirayet eden kan, duman ve keder bulutundan olacak, niteliksel bir hısımlık olabileceği fikrine yöneltti beni. İşte tam bu anda, gözümün önünde demokrasi nümayişinin barut kokulu dekorunda öne çıkan, dolgun göğüsleriyle toprağı (feodaliteyi) ve toprağın kanlı sunaklarından nemalanan tacı (krallığı) lağveden bir kadın hayali belirdi.

Ancak bu kadın nereye doğru gitmekteydi? Daha doğrusu: Neredeydi, tam olarak nereye gelmişti ve nereye yönelmekteydi? Diderot hayranı olan Delacroix'nın eserinde elbette kadına (yani özgürlüğe); liberté fikrine biçtiği rol bu dünyaya dair bir kılavuzluktur. Kadının ayaklarının yerden bir nebze de olsa kesilmiş olması yukarı, semaya doğru hareketlenmesini imlemez; aksine içinde bulunulan dünyaya hükmeden fikirlerin ve teamüllerin yeniden değerlendirilmesine vurgu yapar. Ne gariptir ki bu eser neredeyse 180 senedir ideolojik bir gözlükle temaşa ediliyor. Belki de kadının halihazırda içinde bulunduğuna inanılan esaret, resmin dayanak noktasını oluşturan, mükemmelce gizlenmiş oklokratik iradenin sezinlenmesini engellemiştir. Gerçekten de bu resmi bir öncekiyle, İsa'nın dirilişini ifşa eden örnekle kıyasladığımızda aynı topografik formasyonla, benzer ışık desiseleriyle ve ön plana çıkarılan objenin kutsallaştırılmış niteliğiyle karşı karşıya kalırız.

Eugene Delacroix - La Liberté guidant le peuple (1830)

 
Delacroix, eserini La Liberté guidant le peuple olarak adlandırırken özgürlük fikrinin insanlara/yığınlara/halka hangi şekillerde kılavuzluk ettiğini/edeceğini düşünmemizi istemektedir? Hangi nedenlerle özgürlük fikri tekilleşmiş ve hangi ideolojik pencereden süzülüp temsili (representation) kadın bedeni vasıtasıyla yapılmıştır? Bu soruların cevabını ararken mevz-u bahis resmin 1830 yılında gerçekleşmiş olan Temmuz Devrimi'ni ölümsüzleştirmek için icra edildiğini unutmamamız gerekiyor.(1) 1848 yılındaki devrimden farklı olarak 1789 ve 1830 devrimlerinin içtimai dayanağı olarak krallığın, burjuvazinin maddi manevi çıkarlarını gözetmemesi ve çoğu zaman kendi çıkarlarına denk düşmeyen fikir ve eylem cereyanlarını zapturapt altına almaya çalışması olarak özetleyebiliriz. Henüz toplumun muhtelif kesimlerine sirayet etmemiş olan sosyalist ve komünist fikirler dolayısıyla olmalıdır ki farklı sosyal sınıflardan insanlar, özgürlük etrafında birleşmiş gözükmektedirler. Farklılıklar bir kenara itelenmiş, Bourbon monarşisine karşı aynı cephede saf tutulmuştur.

 
Resimdeki özgürlük simgesine gelecek olursak: Delacroix'nın 1792 yılında Ulusal Konvansiyon tarafından Fransız Cumhuriyeti'nin sembolü olarak kabul eden Marianne'ı esas aldığı aşikardır.(2) Lakin Fransız devrimini, nispeten daha çoğulcu ve uzlaşmacı bir devlet yapılanmasıyla taçlandırmak isteyen Jirondenler (Girondins) Marianne'ı bu doğrultuda (Delacroix'nın aksine) daha barışçıl, özgürlük kadar aklı da temsil eden bir minvalde canlandırmışlardır. Bunun yanında Delacroix'nın resminde temaşa ettiğimiz kadın, Frigyalı şapkası, serpilmiş göğüsleri ve süngülü tüfeğiyle Jakoben siyasi radikalizminin şiddete meyleden mütecaviz ideolojisini anımsatmaktadır. Bu iki resim biçimsel benzerlikleri bir kenara bırakıldığında uzlaştırılamayacak kadar birbirine ırak fikirler barındırmaktadırlar. Göğe yükseliş bireysel bir mücadelenin, agonistik bir metanetin eseridir. Kapitalizme eklemlenmiş halde zuhur eden liberalizm ise birey fikrini amaçsal/rasyonel bir düzlemde değerlendirir. Delacroix'nın yansıttığı özgürlük, tricolor'un ya da bayrağın simgelediği bir müşterek yaşam iradesi altında nefes buluyor. Bu müşterek yaşam hayalinin bir vehim ya da gerçek olduğu elbette tartışılabilir ancak yadsınamayacak olan cemiyet pusulasının yönünü şaşırmasıyla ne tür cinayetlere ve korkunç kıyımlara yol açabileceği gerçeğidir. Badolocchio'nun resminde İsa'yı taşıyor gördüğümüz “beyaz bayrak” hem bu vahim olasılığa karşı uyarı niteliğinde dalgalanır hem de uğrunda öldüğü hayat görüşünü temsil eder: Matta 26:52'de aktarıldığı gibi İsa, kendisini tutuklamak için gelen askerlerden birine saldıran havarisini “Kılıcını kınına koy!” diye ikaz eder ve hâlâ geçerli olduğunu düşündüğüm şekilde şöyle der: “Çünkü kılıcını çeken herkes kılıçla ölecektir”. İşte Delacroix'nın gözden kaçırdığı nokta tam da budur: Özgürlük mücadelesinin de kendi içinde sınırları olabileceği ve siyasi eylemin etik mülahazalardan muaf tutulamayacağı hakikati.

1) Delacorix'nın 1830 devrimine dair olumlu görüşleri kardeşine yazdığı mektubundan rahatça anlaşılmaktadır. Bkz. http://www.louvre.fr/en/oeuvre-notices/july-28-liberty-leading-people

2)  Marianne ya da Fransa Cumhuriyeti'ndeki benzer sembollerin tarihçesi ve ilintili bilgiler için şu kaynağa ulaşılabilir: Maurice Agaulhon, Marianne into Battle: Republican Imagery and Symbolism in France, 1789-1880 (Cambridge UK: Cambridge University Press).

~ Buğra Yasin



25 Nisan 2013 Perşembe

Erotizm ve Pornografi Üzerine Bir İncelememe


Bizi tahrik eden şey nedir? Bu soru aşırı öznel görünebilir, ancak dikkatli bakıldığında bir ortak nokta bulmak imkansız mıdır? Cinsel tatmin sözü bizi nerelere sürükleyebilir? Bir başka insanın üzerinde irade kullanmak, ya da bir başkasının iradesine teslim olmak da cinselliğin parçası sayılabilir mi? Nedir cinsel olanda bulduğumuz, tensel temasın verdiği hazzın kaynağı belirsiz bir yalnızlık duygusunu unutturması mı? Düşünmekten, endişeden, korkudan sıyrılıp hazza ve bedensel olana odaklanmanın bize verdiği özgürlük duygusu mu? Bir süreliğine ahlakı, görgü kurallarını, nezaketi, kısacası dışarıdan bize dayatılmış/öğretilmiş kuralları askıya alabilmek mi? Cinsel tatminden sonra partnerin o kadar da çekici gelmemesinin bir sebebi de, kurulu bir yasağın aşılmış olması olabilir mi? Erişebilmiş olduğun şey artık sana yasak değildir. Bu bağlamda cazibesini kaybetmiştir. 


Erotik olan, ima eder. Pornografi, gösterir. Günümüz toplumunda cinselliği ima etmek serbesttir ve sıkça da yapılır, mesela küfürle veya argoyla. Bir mısır cipsini iştahla ısıran rujlu dudaklar bir imadır. "69'u çok seveceksiniz" diye reklam yapan havayolu şirketi, bu sloganın bağlamlarından haberdardır. Parfüm reklamlarındaki görseller ve sloganlar..Dayanılmaz çekicilik. Çikolata reklamları ve cinsel haz. Bunları televizyonda gösterebilirsiniz. Çünkü ortada bir ürün pazarlanmakta ve bu ürün sizin çok temel ve içgüdüsel bir ihtiyacınızla özdeşleştirilmektedir. O ürünü almak demek bir nevi orgazm demektir. Ancak cinselliğin kendisini göstermek yasaktır. Pedagojik açıdan bu yasak bir bakıma doğrudur da. Ancak ürün pazarlama açısından pornografi uygun bir yol değildir. Çünkü pornografiyle arzunun tatmini daha kolaydır ve anlıktır. Sembolizm yoktur orada, zaten herşey ortadadır. O esnada bir ürün tanıtacak olursanız, muhakkak gözardı edilecektir. Dolayısıyla yapılması gereken, ürünü arzuyla tatminin arasında bir yere koymaktır. Pornografik bağlamda arzu tatmin edildikten sonra ürüne gerek yoktur zaten.  

İnternet denen devasa evrendeki içeriğin üçte birinin pornografik olduğu söyleniyor. Bakınız, erotik demedim. Gördüğüm ve bildiğim kadarıyla insanı gerçekten tahrik eden şey de ima değil, olayın kendisi. Elbette bunun istisnaları mevcuttur. Ancak porno endüstrisinin milyar dolarlarla ölçülen bir endüstri olması da tesadüf değildir. Playboy erotiktir. Hustler pornografik. Üzerlerini örtmüş ve yatakta yatan, sigara içen bir çifti televizyonda görebilirsiniz. Ancak cinsel organı göremezsiniz. 

İnsanoğlu seksle neden bu kadar kafayı bozmuştur peki? Bu hep böyle miydi? Cinsel olanla bu kadar meşgul olmamıza rağmen toplum içinde neden yalnızca yüzeysel imalara yer verebiliyoruz? Zizek'e göre, örneğin, pornografik olmayan bir filmde cinsel birleşme göstermek imkansızdır. Bu durum, kurguyu ters yüz edecek kadar kuvvetlidir. Ben buna pek inanmıyorum. Bruno Dumont'un bazı filmleri tam olarak bunu yapabilmektedir mesela. Cinselliği aşırı düşünmek, sürekli bastırıldığını ve bir yerlerden fışkırıp düzeni bozduğunu varsaymak, teorik olan herşeyin merkezine yerleştirmek, onu tabu yapmakla aynı şey bana kalırsa. 

Yasak olan, hayvansı olan, kirli olanla neden içiçedir cinsellik? Burada bedensel olanın keyfiliği, hoyratlığı ve kural tanımazlığı var. Dini olanla tam bir çelişki içindedir bedensel olan. Yine de bedeni düşünmeden, bedensel haz yaşamadan hayatta kalmanın biraz anlamsız olduğuna da inandırılmışızdır. Burada basit bir ikiyüzlülük mü var? Yine kendimize karşı dürüst olamadığımız, kendimizle yüzleşemediğimiz bir noktaya mı geliyoruz cinselliği düşününce? Cinsel hazzın aşırı önemliliği ile onun aşırı yasaklılığı arasında nasıl bir ilişki var?

Mesela neden birçok erkek, kadınların da en az kendileri kadar azgın olduğunu varsayar? Herhalde bir nevi suçluluk duygusunda kurtulmak ve reddedilmenin verdiği acıyı bir nebze olsun hafifletmek için. "Beni reddetmesinin sebebi arzu eksikliği olamaz" diye düşünüyoruz, çünkü bu arzu en doğal şey, herkeste bolca mevcut. Yani "ben toplum nezdinde sapık olamam, ya herkes sapık, ya da kimse değil". Buna nasıl inandırıldık, böyle bir inanca neden ihtiyaç duyduk? "Sapkın" olmanın yanlış tarafı neydi? Yoksa sahiden herkesin asgari bir azmışlığı var da bastırma/bastırılma oranı mı değişiyor?

Erotizm alt tarafı dikkat çeker. Pornografi ise çok daha ciddi bir tepkimeye (pozitif ya da negatif) yol açabilir. Erotik film sıkıcıdır ama izlenir. Porno ise fazla eğlencelidir, ve genelde sonuna kadar izlenmez, çeşitli sebeplerden ötürü. Erotizme topluca maruz kalırız, erotizmde toplum tarafından kabul gören bir taraf vardır çünkü. Pornografi biraz daha bireyseldir. 

Fight Club'da Tyler Durden'ın çocuk filmlerinin arasına pornografik kareler yerleştirmesi neden bu denli yıkıcıdır? Çocuklara cinselliği açıklamanın zorluğu, birçok sorunun cevabını büyüklerin de bilmiyor olmasından mı kaynaklanmaktadır? Çocuğun muhtemel bir "cinsel" yanlışı ya da algısı, ebeveynlerin bütün yanlışlarının bir uzantısı olarak mı okunacaktır? Cinsellik korku mu vermektedir, heyecan mı uyandırmaktadır, yoksa ikisini de aynı anda mı hissettirmektedir?

Konu cinsellik olunca yazının nerde başlayıp nerde biteceği belli olmuyor sanırım. Arzulu günler dilerim.


-Umut