26 Ağustos 2013 Pazartesi

Nitimur in Vetitum – Gezi Direnişi’ndeki Nietzsche


Ceren Elitez - Nitimur in Vetitum
Öncekilerin aksine bu yazımda siyasetin dışında kalmayı seçiyorum. Lakin okurun homurdandığını düşündüğüm iki itirazı aklımdan çıkarmadan: 1) Siyasetin hüküm sürmediği bir alan mevcut mudur? 2) Siyaset üzerine mülahazaların böylesine kıymetli olduğu zamanlarda kendini bu alandan  soyutlamak kendi içinde siyasi bir karara işaret eden bir yönelim değil midir? O halde amacımı tekrardan belirtmeliyim – yazımın siyaset dışı olacağı ile kastettiğim meta-politik olacağıdır, başka bir şey değil.

Öyle ki meta-politik zaviyeye olan ihtiyacımızın devrim iştahını örselemesi gerektiğini düşünmekteyim. Meta-politik analiz a priori kabul ettiğimiz, yani herhangi bir tenkit veya eleştiri üretmeden içselleştirdiğimiz politik kavramları sorunsallaştırır. Mesela Gezi Parkı direnişine refakat eden özgürlük kavramınını ele alalım: Özgürlük nedir? Özgürlük olarak bağrımıza bastığımız hal ve durumlar nasıl tanımlanabilir? Özgür olmak tahakküm altında kalmadan, bireyin öz-iradesi (self-determination) ile belirlediği ahlaki, siyasi ve kültürel sınırların mı ifadesidir? Yoksa özgürlük kavramı topyekün sınırların kaldırılmasına mı tekabül eder? Özgürlük bir ağaç gibi tek ve hür mü yaşamaktır? . . . yoksa bir ormana ihtiyaç mı duymaktadır, her özgür bireyin birbiriyle kardeşçe yaşadığı? [1]

Kabul ediyorum – bu tür sorular günümüz şartlarında bir lüks olarak telakki edilebilir. İnsanların fişlendiği, “özgürlüklerin” yok sayıldığı; veyahut özgürlüğün dili/eli palalıların tekelinde olduğu bu ahval ve şerâit içinde birinci vazife teori olarak gözükmeyebilir. Lakin biz yapılmaması gerekeni yerine getirerek eylem ve devrim erbablarını bu külfetten kurtaralım.

Sorumuz oldukça açık: Direnişin ilk günlerinde Taksim’deki Fransız Konsolosluğu’nun duvarını süsleyen graffitiNitimur in Vetitum – ne anlama gelmektedir? Nietzsche’nin alıntıladığı bölüm Ovid’in Amores adlı yapıtının üçüncü kitabında, “Evli Erkeklere Öğütler” kısmında geçiyor: Erkeklere eşlerini zapt u rapt altına almamalarını öğütleyen Ovid, buna neden olarak kadınların (ve aynı zamanda insanların) özellikle yasak olana şevk ve arzu duymalarını neden gösteriyor:

Cui peccare licet, peccat minus;
ipsa potestas semina nequitiae languidiora facit.

(Kim ki günah işlemeye özgürse
O kadar uzaktır günahtan
Günah işleyebilmek – işte bu güçtür
Günah tohumunu zayıflatan) [2]
    
Bu dizelerin hemen akabinde karşımıza meşhur pasaj çıkıyor: nitimur in vetitum semper cupimusque negata – yasak olanı ister, bize yasak kılınanları arzularız. Şüphesiz Ovid bunu dile getirirken politik bir vaaz vermek gayesinde değildi. Soyut bir sosyal/siyasi teori sunmaktan ziyade günlük hayata dair pratik felsefeler öne sürmekte, sadece Roma aristokrasisine değil Roma'yı oluşturan vatandaşların her birine seslenmekteydi. Kuşkusuz bu nasihat, XXI. Yüzyıl Türkiye'sindeki erkekler (ve kadınlar!) için geçerliliğini kaybetmemiş gözükmektedir.

Peki ya Nietzsche? Mevz-u bahis motto, Nietzsche'nin yayınladığı son kitap olan Ecce Homo'nun önsözünde, III. aforizmada karşımıza çıkıyor. Tam olarak şu şekilde:

Yazılarımın havasını solumayı bilen herkes kabul edecektir ki bu hava yükseklerin havasıdır; sert bir havadır. Bu hava için hazır bulunmalısınız aksi halde hasta olabilirsiniz. Hemen yakında buzlar ve muazzam bir yalnızlık hissi var – ancak her şey ne de sakince, huzurlu bir şekilde uzanıyor ışığın altında! Ne kadar rahat nefes alabiliyorsunuz! Nasıl da hissediyorsunuz birçok şeyin sizden aşağı olduğunu! – Anladığım ve yaşadığım kadarıyla felsefe, buzlu ve engin dağların yamaçlarında yaşanan bir hayattır – varoluşun tüm garip ve sorguya açık yönlerinin, ahlakın yasakladığı tüm şeylerin ziyaret edildiği. Yasak olana içre gezintiler vasıtasıyla edindiğim deneyimlerin bana öğrettiği, insanların hangi olası nedenlerle nispeten arzu edilebilecek ahlak ve ülküler yerine farklı yönlere sapmış olduğudur: bu yolla öğrendim filozofların gizli hayatlarını, o büyük isimlerin psikolojilerini – Bir insan ne kadar hakikate tahammül edebiliyor; hangi hakikati ne oranda tehlikeye atabiliyor? İşte bu benim için değerin asıl ölçüsü haline geldi.  Yanılgı (– ülkülere inanmak –) körlük değildir; yanılgı korkaklaktır . . . Kayda değer her başarının, bilgi yolunda atılan her adımın kaynağı cesarettir; kendine karşı sergilediğin acımasızlık, kendinle ilgili takındığın temizlik hassasiyetidir. Ben ülküleri reddetmiyorum; eğer onlarla uğraşmam gerekiyorsa ellerime eldiven geçiriyorum o kadar . . .  Nitimur in vetitium: İşte bu nişan altında zafere ulaşacak felsefem çünkü bize mutlak olarak yasaklanan hakikatten başka bir şey değildir. [3]

Biraz şaşırmış olabiliriz – Neden? Değerlerin alt-üst edilmesi gerektiğine kanaat getiren; Tanrı'nın öldüğünü müjdeleyen; felsefi görecelik lehtarı bakış açısıyla post-modern dünyanın kapısını aralayan bir Nietzsche ile karşılaşmadığımız için olabilir mi? Son cümlede açıkça ortaya serildiği üzere Nietzsche, değer yargılarının mutlak göreceliğinden ziyade Batı dünyasını iki bin yıldan beri boyunduruğu altına almış muayyen bir fikir dünyasının yapıbozumunu savunuyor. Nietzsche'nin Yahudi-Hristiyan (Judeo-Christian) olarak isimlendirdiği bu düşün/inanç yapısına itirazı, içine doğduğumuz ve varoluşumuzun içinde hasıl olduğu dünyayı nihayetinde hipotetik bir varsayım olan öte-dünya gıyabında feragat etme sorunsalında kristalleşiyor. Günümüzdeki Nietzsche “muhabbetlerinin” saplandığı gudubet bataklık budur – “Whiggish history”: Geçmişi bugünün değerleriyle ele almak; bugünün ışığı ile ona yönelmek.

Pekala Nietzsche “bize mutlak olarak yasaklanan hakikatten başka bir şey değildir” derken ne demek istemektedir? Nietzsche'nin “hakikati” neye tekabül ediyor? Öte-dünya yerine içinde yaşadığımız dünyanın kutsallaştırılmasını, bu dünyaya içre yeni değerler – yeni “korkuluklar” - yaratılmasını salık vermediğini söyleyebiliriz. Örneğin, Götzen-Dämmerung, oder, Wie man mit dem Hammer philosophiert adlı kitabında Nietzsche, ekseriyetle gözden kaçırılan bir noktanın altını çizer. Metafiziğin tekamül ettiği evreleri kendine has üslubuyla özetleyen Nietzsche, önceleri öte-dünyaya eş koşulan hakikatin reddedilmesi akabinde ufukta belirmesi gayet muhtemel tehlikeli bir olasılıktan söz etmektedir:

"5. ‘Gerçek dünya’ – bir yükümlülük olarak dahi herhangi bir işlevi kalmamış fikir – lüzümsuz, köhne bir fikir ve bu nedenle reddedilen bir fikir: kurtulalım ondan! (Pırıl pırıl bir gün; günün ilk saatleri; akl-ı selim ile neşenin geri dönüşü; Plato utançtan kızırıyor; tüm özgür ruhların velvele vakti.)

6. Gerçek dünya tedavülden kalktı: peki hangi dünya geriye kaldı? Hayali dünya belki de? . . . Ancak hayır! Gerçek dünyanın yanında hayali dünyadan da kurtulduk! (Öğle vakti; gölgenin en kısa olduğu an; en uzun yanılgının sonu; insanlığın zirve noktası; INCIPIT  ZARATHUSTRA!)" [4]    

Zarathustra’nın felsefesinin başladığı an [Incipit Zarahustra] değerlerin birbirine zıt konumlandırılması için olmazsa olmaz bir işlev gören Platoncu arkitektoniğin ve bu yapının muhafaza ettiği ikiciliğin (dualism) ortadan kaldırılmasına içre gözümektedir. Hayali dünyanın ilgasına ilişkin eklenen bu altıncı madde Yahudi-Hristiyan (Judeo-Christian) varoluş tasavvurunun etkisini yitirmesiyle işlevi kalmayan “öte-dünya” fikrinin, dünyaya geri yansıtılmak suretiyle canlanabileceği tehlikesine atıfta bulunmaktadır. Dünya-içinde benzer kategorizasyonların ortaya çıkması korkutmaktadır Nietzsche’yi – İlerleme/Kalkınma/Gelişme ideali (bkz. Osmanlıca terakki ve bunun siyasi izdüşümü olarak İttihat ve Terakki Partisi!), hümanizm, muhtelif örnekleriyle sosyalizm/komünizm/anarşizm . . . Nietzsche’ye göre bu kavramların her biri kendi içinde zımni veya açık olarak kurgulanan bir erek [telos] ihtiva eder. 

"İnsan varoluşunun faniliği, var olmuş ve var olmayı bekleyen şeylerin faniliğinden ayrıştırılamaz. İnsan, herhangi bir özel yaratımın, iradenin veya ereğin ürünü değildir ve aynı şekilde insan, “insanlık”, “mutluluk” veya “ahlak” ideallerine erişmek için uğraşıp çabalamamaktadır – insan varoluşunu şu veya bu ereğe indirgeme istenci saçma bir uğraştır. “Erek” kavramını biz insanlar yarattık: gerçek kendi içinde ereksel değildir [there are no purposes in reality]" [5]

O halde Nietzsche, yazımın başında gerekliliğinden dem vurduğum meta-politik analiz için kilit rol oynamaktadır. Zarahustra’nın felsefesi sadece din veya Tanrı fikrini değil (bkz. Nietzsche “muhabbetlerinin” alev aldığı açıklama – “Gott ist tot” – “Tanrı öldü” –), modern hayatın temel taşlarından olan ve dinsel bir halo ile taçlandırılmış özgürlük/demokrasi paradigmasını da tarışmaya açmaktadır. Dostoyevski’nin aksine Nietzsche gayet iyi bilmektedir ki Tanrı’nın ölümü ile insan her şeyi yapabilme özgürlüğüne nail değildir; henüz değildir, nitekim bunu sağlayacak olan, paradoksal şekilde, özgürlüğün imkansızlığının (özgürlük idesinin kurgusallığının) idrak edildiği andır. Ancak kendisinin de dile getirdiği gibi bu hakikatle yüzleşmek sert havalara, yeğin yüksekliklere tahammül edebilecek insanlara ihtiyaç duymaktadır. Ve bu havalar çelişkileri, paradoksları saf dışı bırakmak istemez; uyumsuzluk bu sert iklimi yumuşatan meltemdir – rerum concordia discors. İşte bu yüzdendir ki Tanrı’nın öldüğünü dile getiren Nietzsche, Şen Bilim’de Hristiyan mistiklerden Meister Eckhart’ın şu sözünü tekrarlamaktan gocunmamıştır – “Tanrı’ya yakarıyorum beni Tanrı’dan arındırması için!” [6]  Nietzsche, diktatörlükle baş etmeyi şiar edinmiş demokrasi mücahitinin önüne devirmesi gereken bir ideal daha koymaktadır. Bu ideal, kapitalist sisteme eklemlenmiş halde inkişaf eden liberal demokrasinin en yüce idesinden, özgürlük idealinden başkası değildir.  

[1] Nazım Hikmet, Davet.
[2] Ovid, Amores, III/IV. Bu yazıdaki çeviriler bana aittir.
[3] Friedrich Nietzsche, Ecce Homo, The Antichrist, Ecce Homo, Twilight of the Idols and Other Writings içinde (Cambridge: Cambridge University Press, 2005), pp. 69-152. Bkz. p. 71.
[4] Fridrich Nietzsche, Twilight of the Idols, The Antichrist, Ecce Homo, Twilight of the Idols and Other Writings içinde (Cambridge: Cambridge University Press, 2005), pp. 153-230. Bkz. p. 171.
[5] A.g.e, p. 182.
[6] Friedrich Nietzsche, Gay Science (Cambridge: Cambridge University Press, 2001), s. 30 & s. 166.

~ Buğra Yasin