Ceren Elitez - Nitimur in Vetitum |
Öyle ki meta-politik zaviyeye olan ihtiyacımızın devrim iştahını
örselemesi gerektiğini düşünmekteyim. Meta-politik analiz a priori kabul
ettiğimiz, yani herhangi bir tenkit veya eleştiri üretmeden içselleştirdiğimiz
politik kavramları sorunsallaştırır. Mesela Gezi Parkı direnişine refakat eden
özgürlük kavramınını ele alalım: Özgürlük nedir? Özgürlük olarak bağrımıza
bastığımız hal ve durumlar nasıl tanımlanabilir? Özgür olmak tahakküm altında
kalmadan, bireyin öz-iradesi (self-determination) ile belirlediği
ahlaki, siyasi ve kültürel sınırların mı ifadesidir? Yoksa özgürlük kavramı
topyekün sınırların kaldırılmasına mı tekabül eder? Özgürlük bir ağaç gibi tek
ve hür mü yaşamaktır? . . . yoksa bir ormana ihtiyaç mı duymaktadır, her özgür
bireyin birbiriyle kardeşçe yaşadığı? [1]
Kabul ediyorum – bu tür sorular günümüz şartlarında bir lüks olarak
telakki edilebilir. İnsanların fişlendiği, “özgürlüklerin” yok sayıldığı;
veyahut özgürlüğün dili/eli palalıların tekelinde olduğu bu ahval ve şerâit içinde
birinci vazife teori olarak gözükmeyebilir. Lakin biz yapılmaması gerekeni yerine getirerek eylem ve devrim
erbablarını bu külfetten kurtaralım.
Sorumuz oldukça açık: Direnişin ilk
günlerinde Taksim’deki Fransız Konsolosluğu’nun duvarını süsleyen graffiti – Nitimur in Vetitum – ne anlama gelmektedir? Nietzsche’nin
alıntıladığı bölüm Ovid’in Amores adlı yapıtının üçüncü kitabında, “Evli
Erkeklere Öğütler” kısmında geçiyor: Erkeklere eşlerini zapt u rapt altına
almamalarını öğütleyen Ovid, buna neden olarak kadınların (ve aynı zamanda
insanların) özellikle yasak olana şevk ve arzu duymalarını neden gösteriyor:
Cui peccare licet, peccat minus;
ipsa potestas semina nequitiae languidiora facit.
(Kim ki günah işlemeye özgürse
O kadar uzaktır günahtan
Günah işleyebilmek – işte bu güçtür
Günah tohumunu zayıflatan) [2]
Bu dizelerin hemen akabinde karşımıza meşhur pasaj çıkıyor: nitimur in vetitum semper cupimusque negata
– yasak olanı ister, bize yasak kılınanları arzularız. Şüphesiz Ovid bunu dile
getirirken politik bir vaaz vermek gayesinde değildi. Soyut bir sosyal/siyasi
teori sunmaktan ziyade günlük hayata dair pratik felsefeler öne sürmekte,
sadece Roma aristokrasisine değil Roma'yı oluşturan vatandaşların her birine
seslenmekteydi. Kuşkusuz bu nasihat, XXI. Yüzyıl Türkiye'sindeki erkekler (ve
kadınlar!) için geçerliliğini kaybetmemiş gözükmektedir.
Peki ya Nietzsche? Mevz-u bahis motto, Nietzsche'nin yayınladığı son
kitap olan Ecce Homo'nun önsözünde, III. aforizmada karşımıza çıkıyor.
Tam olarak şu şekilde:
Yazılarımın havasını solumayı bilen herkes kabul edecektir ki bu hava
yükseklerin havasıdır; sert bir havadır. Bu hava için hazır
bulunmalısınız aksi halde hasta olabilirsiniz. Hemen yakında buzlar ve muazzam
bir yalnızlık hissi var – ancak her şey ne de sakince, huzurlu bir şekilde
uzanıyor ışığın altında! Ne kadar rahat nefes alabiliyorsunuz! Nasıl da
hissediyorsunuz birçok şeyin sizden aşağı olduğunu! – Anladığım ve
yaşadığım kadarıyla felsefe, buzlu ve engin dağların yamaçlarında yaşanan bir
hayattır – varoluşun tüm garip ve sorguya açık yönlerinin, ahlakın yasakladığı
tüm şeylerin ziyaret edildiği. Yasak olana içre gezintiler vasıtasıyla
edindiğim deneyimlerin bana öğrettiği, insanların hangi olası nedenlerle
nispeten arzu edilebilecek ahlak ve ülküler yerine farklı yönlere sapmış
olduğudur: bu yolla öğrendim filozofların gizli hayatlarını, o büyük
isimlerin psikolojilerini – Bir insan ne kadar hakikate tahammül edebiliyor;
hangi hakikati ne oranda tehlikeye atabiliyor? İşte bu benim için
değerin asıl ölçüsü haline geldi.
Yanılgı (– ülkülere inanmak –) körlük değildir; yanılgı korkaklaktır
. . . Kayda değer her başarının, bilgi yolunda atılan her adımın kaynağı cesarettir;
kendine karşı sergilediğin acımasızlık, kendinle ilgili takındığın temizlik
hassasiyetidir. Ben ülküleri reddetmiyorum; eğer onlarla uğraşmam gerekiyorsa
ellerime eldiven geçiriyorum o kadar . . . Nitimur in vetitium: İşte bu nişan altında
zafere ulaşacak felsefem çünkü bize mutlak olarak yasaklanan hakikatten başka
bir şey değildir. [3]
Biraz şaşırmış olabiliriz – Neden? Değerlerin alt-üst edilmesi
gerektiğine kanaat getiren; Tanrı'nın öldüğünü müjdeleyen; felsefi görecelik
lehtarı bakış açısıyla post-modern dünyanın kapısını aralayan bir Nietzsche ile
karşılaşmadığımız için olabilir mi? Son cümlede açıkça ortaya serildiği üzere
Nietzsche, değer yargılarının mutlak göreceliğinden ziyade Batı dünyasını iki
bin yıldan beri boyunduruğu altına almış muayyen bir fikir dünyasının
yapıbozumunu savunuyor. Nietzsche'nin Yahudi-Hristiyan (Judeo-Christian)
olarak isimlendirdiği bu düşün/inanç yapısına itirazı, içine doğduğumuz ve varoluşumuzun içinde hasıl olduğu dünyayı
nihayetinde hipotetik bir varsayım olan öte-dünya gıyabında feragat etme
sorunsalında kristalleşiyor. Günümüzdeki Nietzsche “muhabbetlerinin” saplandığı
gudubet bataklık budur – “Whiggish history”: Geçmişi bugünün değerleriyle ele
almak; bugünün ışığı ile ona yönelmek.
Pekala Nietzsche “bize mutlak olarak yasaklanan hakikatten başka bir
şey değildir” derken ne demek istemektedir? Nietzsche'nin “hakikati” neye
tekabül ediyor? Öte-dünya yerine içinde yaşadığımız dünyanın
kutsallaştırılmasını, bu dünyaya içre yeni değerler – yeni “korkuluklar” -
yaratılmasını salık vermediğini söyleyebiliriz. Örneğin, Götzen-Dämmerung, oder, Wie man mit dem Hammer philosophiert adlı
kitabında Nietzsche, ekseriyetle gözden kaçırılan bir noktanın altını çizer.
Metafiziğin tekamül ettiği evreleri kendine has üslubuyla özetleyen Nietzsche,
önceleri öte-dünyaya eş koşulan hakikatin reddedilmesi akabinde ufukta
belirmesi gayet muhtemel tehlikeli bir olasılıktan söz etmektedir:
"5. ‘Gerçek dünya’ – bir yükümlülük olarak dahi herhangi bir işlevi
kalmamış fikir – lüzümsuz, köhne bir fikir ve bu nedenle reddedilen bir fikir:
kurtulalım ondan! (Pırıl pırıl bir gün; günün ilk saatleri; akl-ı selim ile
neşenin geri dönüşü; Plato utançtan kızırıyor; tüm özgür ruhların velvele
vakti.)
6. Gerçek dünya tedavülden kalktı: peki hangi dünya geriye kaldı?
Hayali dünya belki de? . . . Ancak hayır! Gerçek dünyanın yanında hayali
dünyadan da kurtulduk! (Öğle vakti; gölgenin en kısa olduğu an; en uzun
yanılgının sonu; insanlığın zirve noktası; INCIPIT ZARATHUSTRA!)" [4]
Zarathustra’nın felsefesinin başladığı an [Incipit Zarahustra]
değerlerin birbirine zıt konumlandırılması için olmazsa olmaz bir işlev gören
Platoncu arkitektoniğin ve bu yapının muhafaza ettiği ikiciliğin (dualism) ortadan kaldırılmasına içre
gözümektedir. Hayali dünyanın ilgasına ilişkin eklenen bu altıncı madde
Yahudi-Hristiyan (Judeo-Christian)
varoluş tasavvurunun etkisini yitirmesiyle işlevi kalmayan “öte-dünya” fikrinin, dünyaya geri
yansıtılmak suretiyle canlanabileceği tehlikesine atıfta bulunmaktadır. Dünya-içinde benzer kategorizasyonların ortaya
çıkması korkutmaktadır Nietzsche’yi – İlerleme/Kalkınma/Gelişme
ideali (bkz. Osmanlıca terakki ve bunun
siyasi izdüşümü olarak İttihat ve Terakki
Partisi!), hümanizm, muhtelif
örnekleriyle sosyalizm/komünizm/anarşizm . . . Nietzsche’ye göre bu kavramların her biri kendi
içinde zımni veya açık olarak kurgulanan bir erek [telos] ihtiva eder.
"İnsan varoluşunun faniliği, var olmuş
ve var olmayı bekleyen şeylerin faniliğinden ayrıştırılamaz. İnsan, herhangi
bir özel yaratımın, iradenin veya ereğin ürünü değildir ve aynı şekilde insan,
“insanlık”, “mutluluk” veya “ahlak” ideallerine erişmek için uğraşıp
çabalamamaktadır – insan varoluşunu şu veya bu ereğe indirgeme istenci saçma
bir uğraştır. “Erek” kavramını biz insanlar yarattık: gerçek kendi içinde
ereksel değildir [there are no purposes in reality]" [5]
O halde Nietzsche, yazımın başında
gerekliliğinden dem vurduğum meta-politik
analiz için kilit rol oynamaktadır.
Zarahustra’nın felsefesi sadece din veya Tanrı fikrini değil (bkz. Nietzsche
“muhabbetlerinin” alev aldığı açıklama – “Gott ist tot” – “Tanrı öldü” –),
modern hayatın temel taşlarından olan ve dinsel bir halo ile taçlandırılmış
özgürlük/demokrasi paradigmasını da tarışmaya açmaktadır. Dostoyevski’nin
aksine Nietzsche gayet iyi bilmektedir ki Tanrı’nın ölümü ile insan her şeyi
yapabilme özgürlüğüne nail değildir; henüz
değildir, nitekim bunu sağlayacak olan, paradoksal şekilde, özgürlüğün imkansızlığının (özgürlük idesinin
kurgusallığının) idrak edildiği
andır. Ancak kendisinin de dile getirdiği gibi bu hakikatle yüzleşmek sert havalara, yeğin yüksekliklere
tahammül edebilecek insanlara ihtiyaç duymaktadır. Ve bu havalar çelişkileri,
paradoksları saf dışı bırakmak istemez; uyumsuzluk bu sert iklimi yumuşatan
meltemdir – rerum concordia discors. İşte bu yüzdendir ki Tanrı’nın öldüğünü dile getiren Nietzsche, Şen Bilim’de Hristiyan mistiklerden
Meister Eckhart’ın şu sözünü tekrarlamaktan gocunmamıştır – “Tanrı’ya
yakarıyorum beni Tanrı’dan arındırması için!” [6] Nietzsche, diktatörlükle baş etmeyi şiar edinmiş
demokrasi mücahitinin önüne devirmesi gereken bir ideal daha koymaktadır. Bu ideal, kapitalist sisteme eklemlenmiş halde inkişaf eden liberal demokrasinin en yüce idesinden, özgürlük idealinden başkası değildir.
[1] Nazım Hikmet, Davet.
[2] Ovid, Amores, III/IV. Bu yazıdaki çeviriler bana aittir.
[3] Friedrich Nietzsche, Ecce Homo, The Antichrist, Ecce Homo, Twilight of the Idols and Other Writings içinde (Cambridge: Cambridge University Press, 2005), pp. 69-152. Bkz. p. 71.
[4] Fridrich Nietzsche, Twilight of the Idols, The Antichrist, Ecce Homo, Twilight of the Idols and Other Writings içinde (Cambridge: Cambridge University Press, 2005), pp. 153-230. Bkz. p. 171.
[5] A.g.e, p. 182.
[6] Friedrich Nietzsche, Gay Science (Cambridge: Cambridge University Press, 2001), s. 30 & s. 166.
~ Buğra Yasin